Dünyada pek çok ülke, hızla değişen sosyal ve ekonomik koşullar nedeniyle doğum oranlarını ciddi şekilde düşürmektedir. Ancak, bu ülkeler arasında en dikkat çekeni, en düşük doğum oranına sahip olan ülkedir. Bu durum, yalnızca demografik değişimlerle değil, aynı zamanda sosyal normlar, yaşam standardı, eğitim düzeyi ve kültürel faktörlerle de yakından ilişkilidir. Peki, bu ülke hangisi ve bu kadar düşük doğum oranına ulaşan nedenler nelerdir?
Dünya genelinde doğum oranları, çeşitli etkenlerden dolayı yıllar içinde değişiklik göstermektedir. Ancak, 2023 itibarıyla en düşük doğum oranına sahip ülke, geçmiş dönemlerde de sıkça gündeme gelen Japonya'dır. Bu ülkede doğum oranı, her 1.000 kişiye sadece 7.4 doğum düşmektedir. Bunun nedenleri arasında ekonomik kaygılar, iş güvencesizliği, uzun çalışma saatleri ve sosyal beklentilerin artması önemli bir yere sahiptir. Özellikle büyük şehirlerde, giderek artan yaşam maliyetleri, çiftleri çocuk sahibi olmaktan caydıran en önemli unsurlardan biri haline gelmiştir.
Japonya'da, belirli bir yaşam standardını koruma arayışı, birçok bireyin aile kurma isteğini ertelemesine ya da bu isteği tamamen terk etmesine neden olmaktadır. Yüksek öğrenim, genellikle kariyer odaklı bir yaklaşım ile birleştirilmektedir ve genç nesil, kariyerlerine öncelik vermeyi tercih etmektedir. Bu durum, çocuk sahibi olmanın getirdiği sorumlulukları da göz önüne alındığında, doğurganlık oranlarını oldukça düşük seviyelere çekmektedir.
Bunun yanı sıra, Japon toplumu içerisinde yer alan sosyal normlar ve kalıplar da önemli rol oynamaktadır. Toplumsal beklentiler arasında, "mükemmel ebeveyn olma" düşüncesi ön plana çıkmakta ve bu durum, birçok çiftin çocuk sahibi olma kararı üzerinde baskı oluşturabilmektedir. Ebeveynler, çocukları için en iyi şartları sağlama çabası içerisinde olduklarından, bu hedefe ulaşmak için daha fazla zaman harcamakta, dolayısıyla çocuk sahibi olmayı ertelemektedirler. Ayrıca, çalışmak ve kariyer hedeflerine ulaşmak, bu sosyal normlar içerisinde daha fazla değer görmektedir.
Japonya'da ayrıca, "hikikomori" olarak bilinen sosyal geri çekilme olgusu da dikkat çekmektedir. Genç bireyler, sosyal yaşamdan uzaklaşarak, evde kalmayı ve yalnız kalmayı tercih etmekte, bu durum da aile kurma isteğini olumsuz yönde etkilemektedir. İnternet ve dijital etkileşimlerin artmasıyla, genç nesil yüz yüze ilişkilerden uzaklaşmış ve bunun sonucunda geleneksel aile yapısı da değişmiştir.
Son olarak, bu durumun üstesinden gelebilmek için Japon hükümeti çeşitli adımlar atmaktadır. Çocuk sahibi olmayı özendirmek amacıyla, farklı teşvikler ve politikalar üzerinde çalışmalar yapılmakta, ancak bu çabaların sonuçları hala istenilen düzeyde değildir. Uzmanlar, bu tür politikaların yalnızca kısa vadeli etkilere sahip olabileceğini ve daha derin sosyo-ekonomik ve kültürel değişimlerin gerekliliğini vurgulamaktadır.
Sonuç olarak, dünyanın en az doğuran ülkesi olan Japonya, yalnızca ekonomik ve sosyal faktörlerle değil, aynı zamanda derin köklü kültürel normlarla şekillenen bir durumdadır. Bu bağlamda, sosyal politikaların ve toplumsal normların evrimi, gelecekteki demografik yapıyı etkileyecektir. Diğer ülkeler, Japonya'nın deneyimlerinden ders çıkarmalı ve benzer durumlarla karşılaşmamak için sosyal yapıda köklü değişimler gerçekleştirmelidirler.